Şehitler Haftası

 Çanakkale’de 57.Piyade Alayı…

Sarıkamış’ta 78 bin asker…

Kıbrıs’ta binlerce Türk…

Zeytin Dalı Harekat bölgesinde iki asker… 

İdlib’deki saldırıda 33 asker…

Helikopter düşmesi sonucu Bitlis’te dokuz asker, Şırnak Şenoba’da 13 asker...

Terör örgütünün adliyedeki odasında rehin aldığı savcı Mehmet Selim Kiraz…

Asker eşi Nurcan Karakaya ve 11 aylık bebeği Bedirhan Karakaya…

Özel Harekat Daire Başkanlığının bombalanmasıyla onlarca polis…

Ve sayılamayan nice yiğitler…

ŞEHİT OLDU.

Türk milleti, var olduğu andan bu yana daima şehitler verdi. Bazen çıkılan seferde toprağa düşerken, bazen donarak, bombalarla, işkencelerle düştüler; bazen mazlum için, bazense kendi hürriyetleri için düştüler toprağa. Orta Asya’da, Çanakkale’de, Sarıkamış’ta, Kıbrıs’ta, Afrin’de, Hakkari’de, İzmir’de, Hocalı’da… Bazen de mezarları denizin derinlikleri oldu Dumlupınar’daki 81 asker gibi. Astsubay Selami Özben’in “Sağ olun, Vatan sağ olsun” sözleri kazındı tarihe. Ancak fıtrat asla değişmedi, dün varlığını Türk varlığına armağan eden atalarının izinde bugün de yüzlerce kişi yürüyor şehadete. 

Televizyon kanallarındaki bir dakikalık haberlerle öğreniyoruz yitip giden canları. Sayılar veriyoruz: bir şehit, üç şehit, beş şehit. Ailelerin feryatları, yetim kalan çocukların gözyaşları… Hepsi sadece üç kelimeye sığdırılıyor: Vatan sağ olsun. Bu cümlenin altında gizli bütün duygular: üzüntü gibi, nefret gibi, gurur gibi… 

Ateş düştüğü yeri yakıyor daima. Bir şehit var denildiğinde çoğu zaman önemsenmeyen o haber bir ocağı söndürüyor, bir babayı evlatlarından, bir evladı ana babasından ayırıyor. Ne kadar basit geliyor bize tüm bunlar. Bir şehit annesinin dediği gibi “Şehidin helvası sizin ocakta kavrulmadığı sürece, size hep tatlı gelecek.”. Ancak bunu bir de şehit haberini şehidin ailesine veren komutana, kapıyı açtığında karşısında komutanı görüp yere yığılan o anneye sormak lazım. O acının tarifini ben yapamam burada, yaşamayan hiç kimse yapamaz. “Ağlama, düşmanı güldürme” diyen dedemizin içinde kopan fırtınayı kimse dökemez kelimelere. “Yaralı diyordunuz ya komutan” diye haykıran babanın, “Babacığım, kalk bana sarıl” diyen yavrunun, “komutanım cenaze arabasıyla mı gelecektin, kalk Niğde’ye gidelim komutanım.” diyen askerin feryadı yakıyor ciğerimizi. 

Neredeyse her gün gelen şehit haberleriyle alışıyoruz artık bunlara. Vatan için çarpan birkaç yürekten başka yanmıyor hiçbir yürek. Şehit verdiğimiz gün gündem futbol oluyorsa biz zaten ülkece kaybetmiş oluyoruz. Ama onlar, bayrak yere düşmesin diye, bizim çocuklarımız yaşasın diye korkusuzca savaşıyorlar, kendi çocuklarını bırakıp gidiyorlar cennete. Hayallerini, umutlarını, geleceklerini bırakıyorlar. Sevdaları yarım kalıyor çoğu zaman, ardından göz yaşı dökecek bir eş ya da bir nişanlı bırakıyorlar sadece. 

Kimileri şehit olduğunda eşleri hamile oluyor, Şükrü Elibol, Muhsin Kiremitçi, Talat Bildirici, Muhammed Ali Kalo gibi. Daha yavrusunu kucağına alamadan şehadete yürüyorlar. Kimisi şehit olduğunda ardında çocukları kalıyor, henüz öpmeye doyamadığı, okula gittiğini göremediği çocukları… Bitlis’te şehit düşen Korgeneral Osman Erbaş gibi. Küçük kızı elindeki oyuncağıyla selam duruyor babasına. Şırnak Silopi’de şehit düşen Astsubay Üstçavuş Kenan Yıldız’ın üç yaşındaki oğlu Melih’in hiçbir şeyden habersiz babasının tabutunun başında “Bak bu benim babam” deyişi yürekleri dağlıyor. Minik kızını öpmelere doyamayan Oğuz Kaan Usta, Afrin’de düşüyor toprağa. Musa Özalkan ise beş aylık kızını bırakıyor geride.

İzmir Adliyesi önünde tehlikeyi sezip birçok insanın canını kurtaran Fethi Sekin, darbe girişimiyle komutanlığa girmeye çalışan hainlere göğsünü siper eden Ömer Halisdemir bu vatan uğruna can veriyor. Henüz yaşamlarının baharında olan, birlikte okuyup birlikte polis olan Gülşah Güler, Cennet Yiğit ve Kübra Doğanay teröristlerin bombaları sonucu birlikte yürüyorlar şehadete. 

Her gün nice canlar yitip giderken bizler hayatlarımıza devam ediyoruz. Bir dakikalık bir haberde bazen de sadece alt yazıda denk geliyoruz şehadetlerine. Bazen birkaç gün adlarını anıp sonrasında unutuyoruz, bazense şehit olduğunu bile önemsemeden eğlencelerimize devam ediyoruz. Bizler okuyalım, çocuklar oyunlarını oynasın, üniversitelerde, sokaklarda, meydanlarda, hastanelerde, adliyelerde teröristler olmasın diye mücadele ederken al bayrak sarılı tabutları geliyor o meydanlara. Elbette ki ölene çaremiz yok ancak o ölenin ne uğruna can verdiğini durup bir düşünmemiz, kim için şehit oldukları, neden şehit olduklarını anlamamız ve unutmamamız lazım. Tabi en önemlisi bıraktıkları vatana sahip çıkmamız lazım. Onların kanlarıyla suladıkları gül bahçelerini kurutursak bize yazıklar olsun. Bu vatana dokunacak en ufak bir iyiliğin peşinde koşarak, kimi zaman kanımızla kimi zaman alın terimizle sulayacağız o gülleri ki şehitlerimizin ruhu şad olsun. 

Onlar geride anne babalarını, sevdaya doyamamış eşlerini, babasının kokusuna hasret kalacak yavrularını bırakıyorlar. “Şehit” oluyorlar. Bizler bayramlarda sevdiklerimizle olurken o aileler daima bir yanları eksik, içleri buruk kutluyorlar bayramları. Tabi ne kadar kutlamak denirse… Ailelerinin yürekleri yanarken bir yandan da gurur duyuyorlar evlatlarıyla. Çünkü şehitlik, her kula nasip olmayan, bütün makam mevkilerden, rütbelerden daha üstte olan bir mertebe. O mertebeye ulaşmanın hasretiyle Türk ırkı için can vermiş bütün şehitlerimizi rahmet ve derin bir minnetle anıyorum. Ruhları şad, mekanları cennet olsun.  

“Türk çocuğu: Senin ve yurdun için can veren ulu şehitlerini unutma.”


Beyzanur Doğan 




Yorumlar